Terörsüz Türkiye hedefi kapsamında Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’na her kesimden konuşmacı davet ediliyor. Öneriler, talepler en uçta da olsa alabildiğine serbest… Bunlara yönetimin herhangi bir müdahalesi yok. Böyle olunca, en gerici fikirler de masaya getirilebiliyor. O fikirlerden biri, 21 Ağustos Perşembe günü, komisyonda paylaşıldı. Önerinin sahibi İnsan Hak ve Hürriyetleri ve İnsani Yardım Vakfı İHH’nın yöneticisi Barış Oktay… Oktay, Tevhidi Tedrisat Kanunu’nun değiştirilmesini, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı birlikteliğinde medreselere resmi statü verilmesini istedi. İHH temsilcisi Oktay, ikinci olarak, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kürtçe hutbe ve vaaz okumasının sürece katkı sağlayacağını savundu.
Komisyondaki bu görüş, 2000’e Doğru dergisinin 10 Ocak 1987 sayısını hatırlattı. Derginin o sayısının kapağındaki başlık, “Laik Devlet Cihada Çağırıyor”du. Bu haber, devletin güvenlik kuvvetlerinin, güneydoğu illerinde, köylere kasabalara uçaklardan attığı bildirileri anlatıyordu. Bildirilerin içeriğinde, Kuran’dan ayetler vardı ve halk “cihada” çağırılıyordu. Olay yalnızca habercilik başarısı değildi. O dönemin iklimini yansıtıyordu. Devletin PKK’yla mücadele kapsamında, Siyasal İslam’ın önünü açma planının çok sayıda çarpıcı örneği, peş peşe basının gündemine giriyordu.
Cumhurbaşkanı Kenan Evrendi, Başbakan Turgut Özal… Evren, açık açık “Türk milletini din birleştirir” diyor ve bu görüş devletin kurumlarında resmiyet kazanıyordu. Özal da 12 Eylül Darbesi’nden sonraki bütün görevleriyle, bu projenin parçasıydı… zira uygulamaların önemli bir kısmında o, hükümetin başındaydı. 1987’nin Türkiye’sinde gökyüzünden inen bu bildiriler, sadece PKK’ya karşı bir psikolojik savaş materyali değildi. Türkiye’yi yönetenler, terörle mücadele adı altında laiklikten tavizin sınırlarını genişlettikçe genişletiyordu. Ülke bir bir yol ayrımındaydı.
Ancak yolu çizen, Türkiye’nin devlet aklı değil, Yeşil Kuşak ve Ilımlı İslam Projelerinin sahibi Amerikan aklıydı. Söz konusu projelerin, Türkiye ayağında kritik rol İslamcı partilere düşüyordu. Dolayısıyla dönemin yükselen gücü Refah Partisi, lideri Erbakan’dı. Erbakan’ın sağ kolu Refah Partisi Genel Sekreteri Oğuzhan Asiltürk, 2000’e Doğru’nun Ankara Temsilcisi Hasan Yalçın’ın,
“ABD’nin size tavrı nedir?” sorusuna şu yanıtı vermişti: “Birçok defalar ABD cumhurbaşkanlarının ağzından seçimlerde bizim başarılı olmamız gerektiği, hükümetlere girmemiz gerektiğine dair beyanlar kamuoyuna yansıdı, ama şöyle bir şey var: Suudi Arabistan’la çok içli dışlı Amerika ve Suudi Arabistan RP’ye iyi bakıyor. İslam ülkelerinin hepsi iyi bakıyor. Biz de onlara iyi bakıyoruz. Çünkü neticede birlik onlarla, bütün İslam ülkeleriyle kurulacak.”
Söz konusu destek işe yarıyordu… Refah Partisi (RP), 1987 genel seçimlerindeki yüzde 7’lik oyunu 5 yıl içinde yaklaşık 10 puan yükselterek yüzde 16.8’e çıkarıyordu. Öyle ki Refah Partisi’nin en hızlı atak yaptığı iller arasında Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı il ve ilçeler vardı. 1989 yerel seçiminin Diyarbakır’daki galibi, Refah Partili yeni Belediye Başkanı Dursun Çiçek’ti. Mardin, Şanlıurfa, Siirt’te de RP güçlü destek aldı; özellikle küçük ve orta ölçekli belediyeleri kazandı. Malatya, Van belediyelerinin meclislerinde de söz sahibi oldu. RP Siirt İl Başkanı Bekir Amcalar: “PKK’yı önlemek için toplumun kafasına İslam iyi bir şekilde yerleştirilmesi gerekiyor.” diyor, RP Muş İl Başkanı Kutbettin Yıldırım da “Bizde Kürt ve Türk diye bir şey yok. Herkes Müslümandır.” görüşünü aktarıyordu.
Türkiye’nin doğusunda ve güneydoğusunda güçlenen yalnızca Siyasal İslam’ın partisi değil, aynı zamanda bölgeye kök salan cemaat-tarikatlardı. Çünkü, Türkiye’ye biçilen Ilımlı İslam modelinin toplum katının katalizörü de bu Ortaçağ yapılarıydı. Atatürk’ün Devrim Kanunları’yla yasakladığı bu kurumlar, Türkiye’nin doğusu, güneydoğusu başta olmak üzere çok sayıda merkezde halkı yönlendiren büyük otoriteler haline getirildi. Devlet, bölgede PKK’ya karşı Siyasal İslam’ın arkasında yığınak yaparken yıldızı parlayan güçlerin en başında FETÖ geliyordu.
90’ların ortasına geldiğinde Başbakanlık koltuğuna oturan Siyasal İslam, aktör ve aygıt değiştirerek, çok daha kuvvetli bir biçimde 2002’de yeniden iktidara geldi. Peki, devletin gözünde sözüm ona PKK’yı bitirecek bu akım ve plan, bütün hükümet olanaklarına rağmen Kürt meselesinin çözümünü niçin sağlamadı. Hani Müslümanlık çimento olunca Türk – Kürt ayrımı kalmayacaktı… İşte İHH’nın önerisini, bütün bu süreci hatırlayarak değerlendirmekte fayda var.
Osman Erbil
Odatv.com